2016’nın son günüydü. O zamana kadar birçok şey konuşuyor, birçok fikir üretiyorduk evde. 2017’nin daha da güzel geçmesi için neler yapabileceğimizi, bütün olan biten her şeyin arasında nasıl akıl sağlığımızı koruyabileceğimizi, nasıl yıkılmayacağımızı düşünüyorduk. Bir ton da umut besliyorduk. Derken gecenin bir körü bütün ümitlerimizin üstüne o lanet haber geldi. İçimiz çıktı anasını satayım. Bitmiyordu kötü haberler. Biteceğe de benzemiyordu işin kötüsü. Ve biz bütün bunların ortasında Emrah Serbes’in de dediği gibi “iki kişilik bir savunma hattı” oluşturmaya çalışıyorduk. Derken Instagram’da aşağıdaki fotoğrafı paylaşıp, bir şeyler yazdım altına. Her şey öyle başladı.
Mutlu Olma Tercihi
Geçenlerde hastası olduğum Gary Vaynerchuk‘ın bir videosunu izlerken konuklarından bir tanesi mutluluk ile ilgili, “mutluluk bir yan üründür; yaptığın diğer şeylerin sonucu olarak gelir” dedi. İdeal dünyada belki bu doğru olabilir. Çok çalışmanın sonucu başarılı olduğunda mutlu olabilmek, verdiğin kararların doğruluğunu görerek zaman içinde mutlu ve huzurlu bir yaşam sürdüğünü fark etmek mümkün tabi. Gel gelelim bizim için bu çok da anlatıldığı gibi olmuyor. Zira bizim başımıza gelmeyen kalmıyor. Bombalar patlıyor, insanların üstüne ateş açılıyor, sayısız melanet üstümüze çöküyor. Ve tüm bunlar olurken de umarsızca kendi hayatına odaklanamıyorsun. Yediğin lokma boğazına takılıyor, gece uykuların kaçıyor, için sıkılıyor, hiç yoktan üzüntülerin içinde buluyorsun kendini. Kafanı toplayamıyorsun, yapman gerekenleri yapamıyorsun, derken o işte yan ürün olan mutluluk olduğundan da öteye gitmiş oluyor.
Biz bu noktada mutlu olmayı tercih etmek durumunda kalıyoruz. Çünkü eğer bu tercihi biz yapmazsak, ve kendimizi bırakırsak ve kaptırırsak kendimizi bu olayların karamsarlığına, bırakın yüzümüzün gülmesini yataktan çıkacak güç bulamayız kendimizde. Çünkü birileri bizi kendi pisliklerinin içine çekmeye çalışırken bizim hala inatla oraya gitmemek için çalışmamız gerekiyor. Ve mutlu olma tercihi her zaman çok da kolay yapılamıyor. Mutluluk da bulaşıcı malum, sürekli bet mevzulardan, bet bir şekilde bahsetmeye devam ederek mutluluğun bulaşmasına engel oluyoruz. Betlikler kazanırken, gülen yüzler azalıyor.

Mahalle Yanarken Saçımızı Mı Tarayalım?
Elbette hayır. Bu değil bahsettiğimiz şey. Mevzu, olan biteni umursamadan, “aman canım, bana ne” diyerek hayatını geçirmek değil. Olan bitenin farkında olmana rağmen mutlu olabilecek şeyler bulmak. Haberleri takip etmemek, olan bitenden bihaber olmak, bir yerlerde patlama olduğunda kafanı öte yana çevirmek değil yani mevzu. İşini yapmaya devam edebilecek enerjiyi ancak ve ancak mutlu olduğunda bulabilirsin. Kendimden örnek vermem gerekirse, geçen sene bilhassa bütün patlamaların arasında, bütün felaketlerin arasında şu siteye yine de yazı çıkartmam gerekiyordu. Ve gerçekten hiç kolay bir iş değil. Bir yerde insanlar ölürken kalkıp burada gömlek nasıl seçilir, vay efendim buluşma fikirleri nelerdir, aman da hobi seçmek isteyenlere yardımcı olalım gibi konularda yazılar yazmak her zaman çok da kolay olmuyordu. Öte yandan bunu da yapmam gerektiğine inandığım için içimde bir yerlerde kendimi yüksek tutmak adına sebepler buluyordum.
Günün sonunda hepimiz duygusal çocuklarız. Görmezden gelemiyoruz, kafamızı çeviremiyoruz. Ama 7/24 bu acılarla da yaşayamayız. İnternetin meşhur deyimiyle sürekli duyar kasarak gün geçiremeyiz. Bizim her şeye rağmen ilerlemeye, ileriye gidecek, yaratacak, çalışacak güce, ihtiyacımız var. Bunu da ancak biz kendimize verebiliriz ve biraz da yanımızdakilere aşılayabiliriz.

100 Mutlu Gün
Yukarıda bahsi geçen Instagram postunu paylaştıktan sonra bir arkadaşım (Gülüm Hanım), bana dedi ki; “100happydays diye bir şey var ona bir bak”. Ben de hemen girdim sitelerine baktım haliyle. Meğer bunlar “100 Happy Days Foundation” diye bir kuruluşmuş ve onlarca farklı projelerinden bir tanesi de 100 Mutlu Gün projesiymiş. Bu projenin kapsamında da işte hashtag ile fotoğraf paylaşıyorsun, sanırım bir de kayıt falan yapıyorsun. Ben o işe girmeyeceğim hiç. Bizim kendi aramızda olacak bu tamamen. (Yine belki arada #100mutlugun falan diye hashtag atarım Instagram’da ya da başka bir şey bilemedim şimdi.)
Mutluluğu küçük adımlar halinde ekliyorsun hayatına. İşte dediğim gibi otobüste boş koltuk bulmak, trafik saatinde açık yola denk gelmek, bakkaldan aldığın içeceğin tam istediğin soğuklukta olması, havanın ideal sıcaklıkta olup ne üşütmesi ne terletmesi ama aynı zamanda sana kış güzelliğini sunması, yanından geçen arabanın üstüne su sıçratmamak için bilhassa yavaşlaması falan. Artık ne kadar ufaltabilirsen ufalt. Biraz daha şükretmekle, fark etmekle, daha dikkatle bakmakla da alakalı. Yoksa her gün illa güzel bir şeyler, seni mutlu edecek bir şeyler oluyor. Gel gelelim bunların o kadar üstünde durmuyor, o kadar “zaten olması gerekiyor” diye bakıyoruz ki yüzümüzü güldürmelerine müsaade etmiyoruz. Huysuz, mutsuz, tahammülsüz, istemeyen, saldırgan insanlar haline geliyoruz.
Açık açık söylüyorum, birbirimizi, kötülüklerin arasındayken iyiliğe itmemiz gerekiyor. Zorla iyilikten bahsetmemiz gerekiyor. Spora gitmek istemediğin anda arkadaşının seni arayıp zorla salona götürmesi gibi yapmamız gerekiyor bunu. Kendi içinden gelmediğinde bile sadece yanındakini düşünerek yapman gerekiyor. İyiliğin sesi daha gür çıkmalı yahu. Daha yüksek perdeden iyilik naraları atılmalı. Hepimizin daha fazla olan biten iyiliklerden bahsetmesi gerekiyor. Günün sonunda eve yorgun geldiğinde sadece ofiste yaşadığın sıkıntılardan değil, yolda gördüğün güzelliklerden de bahsetmen gerekiyor. O karşındaki mendebur sana teşekkür etmezken senin etmeye, inatla etmeye, ısrarla etmeye, yüzlerce, binlerce defa etmeye devam etmen gerekiyor. Öyle boş beleş, “iyilik kazanacak” goygoyu yapmıyorum sana. O iyiliği nasıl kazandıracağız onu söylemeye çalışıyorum. Adım Hıdır, elimden gelen yol budur.
Instagram ve Facebook üzerinden 100 gün boyunca beni mutlu eden önemsiz şeyleri anlatacağım. 22 Mayıs 2017 itibariyle de neticelendirmeyi ümit ediyorum. Bırak bitirmeyi, bir ay bile devam edip edemeyeceğimi bilemiyorum. Umarım ben bu işi yaparken sen de bir yerlerde benim haberim olsa da olmasa da yaparsın da hep birlikte altından kalkarız. Gerçekten, iyilik daha fazla konuşmalı.
[mailerlite_form form_id=8]