Malum burası bir gezi blogu değil. O işi yapan çok güzel insanlar var dışarıda. Gel gelelim böyle bir seyahati eğer anlatmazsam çok büyük ayıp etmiş olurum. Bir kısmınız zaten bunları Instagram‘dan takip ettiniz ama şimdi bir detay geçmek gerekir. Geçtiğimiz sene eşimle otururken gecenin bir köründe dönüp “Seneye sonbaharda Kars’a gidiyoruz. Giderken de Doğu Ekspresi’ne binip gidiyoruz.” dedi. O an tam kafam basmadı ama sonrasında yavaş yavaş aklıma yattı ve netice itibariyle yılın son uzun bayram tatilinde trene atlayıp Kars’a gittik. Çok acayip bir kafa gerçekten bunu yapmak. Şu yazıyı okuyan herkese tavsiye etmekten kendimi alamıyorum. Derhal tren biletlerine bakın efendim. Adım adım anlatacağım nasıl olacağını hiç korkmayın.
Planlama Aşaması
İşin aslında en kolay ve en hızlı biten kısmı burasıydı. Herhangi bir tatil planı yaparken nasıl davranıyorsan aynı şekilde yapıyorsun. Aradaki fark Skyscanner değil, TCDD sayfasına giriyorsun. Fakat, şimdi kızmasınlar bana ama, rezervasyon sayfaları biraz yorucu çalışıyor. Yanlış bir seçim yaptığında her şeyi baştan yapman gerekebiliyor falan. Hoş değil. Aman canım o kadar kusur kadı kızında da olur deyip takılmıyorsun.
Otel rezervasyonu noktasında booking.com falan gayet iş yapıyor. Ama biz onun yerine otelleri tek tek aradık. Çok kibar resepsiyonistler ile görüştük. Tatlı tatlı anlattılar durumları bize. Üç tane otel var tavsiye edilen zaten biz de üçüyle de görüştük. Birisi Kar’s Otel, birisi Hotel Cheltikov, birisi de Kale Otel (ki biz burada kaldık). İlk iki otel efsane güzellikte olmasına rağmen biraz masraflıydı ve dolayısıyla çok yanaşmadık. İyisini kötüsünü aşağıda yazacağım. Sonra telefonda dedik ki biz şu gün geliyoruz rezervasyon yapalım. Tamam sıkmayın canınızı yeriniz hazır dediler. Ne bir ön ücret, ne başka bir şey. Sadece sözümüze güvendiler. Dedik ki minnoşluk tavan.
Sonrasında tabi gezilecek yerleri kafada oturtmak gerekti. Standart gideceğin üç yer var. Kars Kalesi, Ani Harabeleri ve Çıldır Gölü. Bunları gezdiğinde zaten %90 tamamsın. Fakat mesafeler baya uzun. Merkez ile Ani arası 46 km, Merkez ile Çıldır Gölü arası 90 km.
Ve elbette dönüşü de ayarlamak gerekiyordu. Bir defa trenle gittikten sonra tekrar öyle dönmeyi gözümüz almadı. Ayrıca trenle dönmek istesek bile ekstradan bir gece daha kalmak durumunda kalacaktık zira oradan sabah 08:00’de kalkıyordu Doğu Ekspresi. Bu sebeple de Kars’tan direkt uçuş ayarladık. Gayet 2,5 saatlik koca bir uçak yolculuğu vardı. Neredeyse bir Avrupa uçuşu kadar da pahalıydı uçak. Ve tamamen de doluydu. Tabi bayram sebebiyle de böyle olmuş olabilir bir şey diyemiyorum şu anda. Ama buradan dönüşünüzü ayarlayıp öyle gidin.
Kapıdan Kapıya 36 Saatlik Bir Yolculuk
Şişli’den çıkıp Kars merkeze inmemiz arasında 36 saat geçti. Fakat öyle rahat bir yolculuktu ki yorgunluk namına bir derdimiz olmadı hiç. İndiğimiz gibi şehri gezmeye de başlayabildik öyle diyeyim sana.
Sırasıyla şu şekilde oldu. Önce Beşiktaş’a gittik. Oradan karşıya geçtik. Oradan Pendik’e geçtik. Pendik’te hızlı trene (nam-ı diğer azıcık hızlı trene) bindik. 4 saatte Ankara’ya vardık. Ankara’da bir iki saat bekleme yaptıktan sonra Gar’ın önünden gelen otobüslere doluşup Irmak’a gittik. Yaklaşık bu yol da bir 1,5 saat kadar sürdü. Irmak’a geldiğimizde Doğu Ekspresi bizi tüm ihtişamıyla bekliyordu. Vagonumuzu bulduk, kompartmanımıza yerleştik ve kalkış saatimizi beklemeye koyulduk.
Tren bileti alırken Doğu Ekspresi Ankara kalkışı 18:00 olarak gözüküyor. Ancak şu anda bu hat Ankara Garı’ndan kalkmıyor. Irmak diye başka bir yerden başlıyor hat. O yüzden saat 17:30 itibariyle otobüsler gelip yolcuları topluyor, Irmak’a götürüyor. Oradan da 19:38 mi neydi kalkış. İlk gelen birkaç otobüse büyük bir hücum olduğu için biz beşinci otobüse kadar bekledik. Ama zaten yolcu sayısı ile doğru orantılı otobüs sayısı olduğu için panik yapmaya gerek yok. Dünyanın en panik yolcusu benim, buna rağmen ben bile sakin kaldıysam sen hiç dertlenme.





Trende Bir Gün Bir Gece
Gelelim işin asıl kısmına. Bir defa yataklı vagon harici bir yerden bilet alıp da Kars’a kadar rahat gideceğinize dair bir inancınız varsa onu kapıda bırakın anam. Öyle bir dünya yok. 24 saat banko, biz bir de üstüne 2 saat rötar yaptık 26 saat o trenin içinde vakit geçireceksin. Kafan rahat olsun al yataklı vagondan.
Kompartmanın yaklaşık bir beş metrekarelik bir alan. İçinde iki koltuk ve katlanan iki yatak var. Ranza şeklinde. Bir mini buzdolabın var. Bir lavabo, bir ayna, bir dolap, bir tezgah, eşyalarını koyabileceğin bir üst raf bulunuyor. Bunun yanında açılır bir vasistdas penceren, havalandırman var. 21-23-25-28 derece olacak şekilde ayarlar mevcut. Ne terliyorsun ne üşüyorsun. Mis gibi. İçeride boşta bir tane priz var. Lavabonun yanında. Bunun dışında otel terliği gibi terlikler, temiz iki havlu ve temiz nevresimler veriliyor. Şaşırtıcı biçimde de temizler gerçekten. Bazı otellerde bu temizliği bulamıyorsun.
Odanın kapısı hem içeriden hem dışarıdan kitleniyor. Anahtar hareketten sonra veriliyor. Tuvalet vagonun sonunda. Tertemizdi. İçin rahat olabilir o konuda. Vagonun 10 bölümden oluşuyor, 20 kişi ile seyahat ediyorsun kendi vagonunda. Kimseyle muhattap olmadan da bütün yolculuğu bitirebilirsin kapını kapatıp o da ayrı. Ama yani bir koridora çıktığında da illa insanlarla karşılaşacaksan bari az insan olsun.
Yanında Bunlar Muhakkak Bulunsun
6. Vagon, kuşetli vagon, 5. vagon yemekli vagon. Yemekli vagonun adı yemekli ama sadece şu anda. Kumru ve meşrubat ile birkaç tane de bisküvi var. Dolayısıyla yemeğini, içeceğini yanına al öyle yola çık. Biz ciddi bir hazırlık yapıp öyle çıktık bu konuda. Konserveler, kırikkıraklar, ekmek, kahvaltılıklar, çay, metal demleme topçukları, termos fincanlar, çatal bıçak, ıslak mendil, havlu kağıt. Aklına ne geliyorsa al yanına. Bizim aklımıza gelmeyen, keşke de gelseydi dediğimiz iki şey oldu. Bir tanesi su ısıtıcı bir tanesi de aeropress. Aeropress deyince, vay k*çımın eliti deme de kahve mühim arkadaş. Canım yolda bir kahve içemedik. Gerçi çayımızı yanımızda götürmüş olmak bir nebze içimizi ferahlattı ama olsun. Ha tabi bir de şarap. Kapını kapattığın zaman sana kimse karışmıyor. Biz de zaten öyle abartmadık. Bir şişe şarap alıp öyle eğlendirdik kendimizi. Kimse de gelip siz hayrola demedi. Büyük ihtimalle yasağın en büyüğüdür ama saçmalamazsan da kapını kapattığında kim bilecek kim görecek. Rahatsız etme insanları yeter. Bir de tabi müzik. Yolun büyük kısmında internet çekmiyor. Öyle Spotify’ı açar dinlerim dersen yanılırsın. Güzel bir playlist yap kendine kaydet onu, yolda dinlersiniz. Kitabını almayı unutma. Evet sağı solu izlemek güzel ama arada bir vakit geçsin istersen elinin altında okuyacağın bir şeyler olsun. Pijamalarını muhakkak kolay alınabilir bir yere koy. Hareketten sonra ilk iş üstünü değiştirirsin.
Bir şeyler atıştırıp keyif yaptıktan sonra yattık. Süper de bir uyku çekip sabahın kör şafağında uyandık.





Yol gittikçe manzaralar da değişti. İnanılmaz yerlerden geçtik. Muazzam yerler gördük. Sırf bu yolculuğu yapıp indiğimiz gibi dönseydik bile canımız yanmazdı inanın bana.

Kars’a Varış
Akşam saat 20:00’de Kars’a indik. İndiğimiz gibi hemen orada bekleyen taksilerden bir tanesine atladık. En büyük şansımız da “o” taksiye binmemiz oldu. Muzaffer abi, taksicimiz, olmasaydı seyahatimiz bambaşka olabilirdi. O ve oğlu Cenk sayesinde inanılmaz güzel bir seyahat oldu.
İndiğimiz gibi otele gidip yerleştik. Hemen çıkıp bir şeyler yedik, azıcık gezinip gelip yattık. Zaten bayram sebebiyle birçok yer kapalıydı.
Ertesi sabah kalktığımızda araç kiralamak istedik ancak şehirdeki bütün arabalar çoktan kiralanmıştı. Büyük ihtimalle bayram sebebiyle yerliler de kiralayınca arabaları bize bir şey kalmadı. Aklında bulunsun araba kiralama niyetin varsa önceden arayıp rezerve etmende fayda olabilir.
Biz de bunun üstüne madem öyle birileri götürsün bizi diye resepsiyonumuza sorduk. Onlar birisini önerdiler. Şimdi buraya dikkat canlar. Şimdiye kadar az çok beni tanımışsındır. Hiç öyle lafı dolandırmak gibi bir niyetim yoktur. Birileri kırılacak diye de sana yalan söyleyecek halim yok. Resepsiyona gelip bize “yardımcı” olmak isteyen arkadaş gözümüzün içine baka baka bize kötü bir hizmeti yüksek paralara sunmaya çalıştı. Durum şu şekilde;
Diyoruz ki biz bugün hem Ani Harabeleri’ne gideceğiz hem de Çıldır Gölü’ne gideceğiz, ne kadar olur ne kadar süremiz olur? Diyor ki bize ikisine toplam 310 olur. Ani’yi 30-45 dk. içinde gezersiniz. Eğer beklerseniz takismetre yazmaya devam eder. Diyoruz ki biz internetten baktık gidenler 2 saatten önce Ani’den çıkamamış biz nasıl yapacağız? Ya bir şey yok gider iki binaya bakar çıkarsınız. Adamın niyeti bize o yolculuğu koştur koştur yaptırtıp bir de üstüne ölüsü 400 500 lira para kopartmak. Vay dedik biz eyvallah, araba bulabilsek bu çileyi çekmezdik, bir düşünelim dedik çıktık.
Çıkar çıkmaz Muzaffer abiyi aradım. Bizi aldığı ilk gece bizi gezdirebileceğini (270 lira) söylemişti. Üstelik, “Siz misafirsiniz ya, kaç defa geleceksiniz buraya, gelmişken gezin, rahat rahat fotoğraf çekin, yiyin, için, kafanız rahat olsun, buradan mutlu ayrılın. Buralar çok güzeldir, öyle yarım saatte gezilmez. Keyfini çıkartın.” diye de anlatmıştı. Arayıp durumu teyit ettim, aynılarını söyledi. Dedim abi gel al bizi.
10 dk. sonra geldi, taksiye atladık. Hop döndü oradan oğlu Cenk’in yanına götürdü. Hususi araca bindik, klimamızı açtık Cenk’le birlikte yola koyulduk. Daha yola çıktık, tak telefon, Muzaffer abi arıyor. “Efendim abi” dedim. “Ben unuttum sana söylemeyi, Ani’ye gittiğinizde rehbere falan para vermeyin. Üstünde yazıyor her şey girin sağdan çıkın soldan. Ayrıca çaya falan da para vermeyin Cenk halleder. Haydi iyi yolculuklar.” deyip kapadı. Biz şok, biz mutlu.
Yolda ise Cenk’in parlaması vardı. Adama ne sorsak söylüyor. Şu dağ diyorsun, tarihini anlatıyor. Bu kuşlar diyorsun türlerini yapıştırıyor. Şu mezar diyorsun, şeceresini döküyor. Akıllara zarar bilgi küpü bir adam. Soruyorsun adama Ani’yi başlıyor anlatmaya, Unesco Kültür Mirası olarak aldı diyor. Şehrin siyasi yapısını takip ediyor, ekonomisini takip ediyor. Yapılanı yapılmayanı anlatıyor. Adam Kars’ı seviyor. Biz diyor, buralıyız. Seviyoruz diyor. Anlatışından belli, sevmesen bu kadar, anlatamazsın.
Ani Harabeleri
Tarihini anlatmayacağım, çok merak eden girsin wiki’ye baksın. Ama orada yaşayacağın duyguları wikide bulamazsın. O kadar büyük bir alan ki, o kadar muhteşem yapılar var ki içeride. Aklın almıyor bu insanlar bunu nasıl yaptı buralarda diye.
Sana burasıyla ilgili iki tavsiye. Birincisi çok geniş ve tamamen açık bir alan burası. Bir iki yapı gölgesi hariç kendini güneşten saklayacağın bir yer yok. Güneş inanılmaz yakıcı. Dolayısıyla ona göre giyin. İkincisi sağında solunda su alabileceğin kolayda bir yer yok. Yanında bol suyla git. Giriş 8 lira kişi başı. Gerçekten rehbere şu anda ihtiyaç yok. Sonralarda daha profesyonel bir yapı oluşursa belki o zaman olabilir.





Akıllara zarar bir yerleşim. Her şeyiyle etkileyici. Öyle İtalya gibi etkileyici değil. Bambaşka bir seviyede etkiliyor seni. Hiçliğin ortasındaki o kahverengi görkem etkiliyor seni. Başka duygular var burada. Başka bir coğrafyanın başka insanları yapmış. Süs püs değil mevzu. Çok farklı bro, çok farklı.
Çıldır Gölü
Sonrasında Ani’den çıkıp Çıldır Gölü’ne gittik. Ciddi uzun bir yol vardı önümüzde. Önce merkeze kadar bir 45 km dönüp sonra Ardahan yoluna girip bir 90 km de içeriye girdik. Yolda giderken bir on dakika sonra göl gözüktü. Dedik ki geldik. Cenk döndü, “Çıldır’a insanları getirenler genelde buraya kadar getiriyor. Şu ileride bir balık yedirip döndürüyor. Olur mu hiç? Buraya gelmişsiniz iyice görün buraları.” dedi. Sonrasında devam ettik yola. İyi ki de etmişiz. O gölün büyüklüğünü başka türlü anlayamazsın.
Manzara efsane zaten. Sanırsın İskoçya, sanırsın İrlanda. Gerçi oralar daha “cool” ama olsun. Gölün sonuna kadar gittik neredeyse. Baya Ardahan’daydık artık. Orada bir yer varmış, balığın güzelini onlar servis edermiş, Atalay’ın Yeri. Gölde iki balık var. Biri Alabalık biri Sarı Balık. Sarı bitmiş, çok istedik ama olmadı. Alabalık yedik. Yanına da birer tek rakı rica ettik. Üstüne çay. Servis dev hızlı. Takır takır, sipariş, hop yemek, hop çay. Hiç beklemek yok. Lezzet, çok kral. Gitmeden aramakta fayda var, mazallah balık vermeyebilirler. Çünkü orası sadece seyahate gelenlere servis veriyor. Kapıdan gelenleri, hatta yerlileri çoğunlukla geri çeviriyorlarmış. Biz de oradayken bir sipariş vermiştik mesela ikinci posta için, baktık gelmedi. Dedik nazar mı değdirdik. Sonra gelip dedi ki çocuk, “yok abi, şimdi birileri geldi onlara yok çektim, size getirsem ayıp olurdu ondan vermedim” O yüzden gitmeden bir alo deyip, ziyarete geliyoruz demekte fayda olabilir.
Kışın bu göl donuyormuş. Zaten baktıysan şimdiye Kars resimlerine görürsün. Üstünde cirit oynanıyormuş. Kışın gelmek farz oldu.
Ya kurban olayım böyle manzara olur mu ya?
Sonra oralardan geçip burada, böyle bir manzarayla yemek yiyorsun. Breh, breh, breh!
Kars Kalesi, Son Gün ve Diğer Detaylar
Çıldır Gölü’nden döndüğümüzde Cenk bizi otelin kapısına kadar bıraktı. Yaklaşık 6 küsur saat gezdirdikten sonra acaba son dakikada bir fiyat golü yer miyiz diye İstanbulluluğum tuttu ama kendisi nazikçe ücretini kabul edip yoluna devam etti. Biz de bir keyifle odamıza girip üstümüzü değiştirip tekrar çıktık.
Kars’ın malum meşhur olan şeyi gravyeri, kaşarı, karakovan balı falan. Dedik ki alalım. Süper Muzaffer abimiz bize onun da iyisini alacağımız yeri söylemişti elbette. “Ariş”ten almamız gerekiyordu. Dedi ki “Başka yerler size güzel ürün vermez. Ariş’e gidin. Biz de evimize onlardan alıyoruz.” Bu geziden sonra hiç tatava yapmadık, hemen koştuk Ariş’e. Muzaffer abinin bizi yönlendirdiğini söyledik. Her şeyi anlattılar, tattırdılar. Sabırla dinlediler, cevap verdiler. Onlar da seviyordu belli ki. Sevmezsen, anlatmazsın çünkü bu kadar.
Her şeyi güzelce vakumladı. Koliye koydu. Kargo ederim size dedi. Dediğini de yaptı. İki gün sonra şubeden gittim aldım ganimetleri. O kadar güzel, o kadar lezzetli ki. Aynı zamanda telefonla sipariş de alıyorlarmış. Bal biterse hani, Kars Ariş 2000. Düşünme bile.
Ertesi sabah Kars Kalesi’ni gezdik. Dışarıdan çok ihtişamlı ve heybetli ama içi atıl bırakılmış. Görülecek pek bir şey yok açıkçası. Çıkmazsan içinde kalır, çıkınca da inmek istersin. Öyle bir yer. Git gör. Bir olayı yok. Şimdilik en azından.
Ve sonra tekrar Muzaffer abiyi arayıp bizi havaalanına götürmesini istedik. Sağ olsun geldi aldı. Yolda giderken bize kaz yemek için kışın gelmemiz gerektiğini söyledi, böyle Ocak, Şubat gibi. “Şimdi” dedi “yersiniz, satarlar size, ama porsiyonuna iki kanat, bir göğüs koyarlar bir de üstüne 70 lira para isterler. Hem verdikleri kaz da şoklanmış kaz olur, lezzetsizdir. Sezonda gelirseniz bir kazı alırsın 120 liraya, pişirtirsin, koyarsın kazana, gidersin Sarıkamış’a karların içinde 6 kişi yersin. Siz gelirseniz ben yardımcı olurum size” dedi. Dedik ki ne büyük şanssın be Muzaffer abi bizim için. İyi ki denk geldik.
Uçağımıza binip döndük sonra memlekete.
Yolda Aklımızı Kurcalayanlar
Farklı bir deneyimdi bu yolculuk. Şükür ben de eşim de hem Türkiye’yi hem de Avrupa’yı ziyadesiyle gezdik zamanında. Gerek okul, gerek iş, gerek keyfine birçok yere gittik ikimiz de. Fakat bu kadar uzun bir tren yolculuğu ile adım adım gezmemiştik ikimiz de. Yavaş yavaş görünce ülkeyi, daha da acayip oluyor her şey.
Yavaş yavaş değişen coğrafyayı, değişen yapıları, “burada kim yaşıyor abi” dediğin yerleri görmek, adım adım değişime tanık olmak güçlü bir duyguydu. Otobanların geçmediği yerleri görmek daha da güçlendiriyordu her şeyi.
“Orada bir köy var uzakta. Gitmesek de görmesek de o köy bizim köyümüzdür.” Öyle bir dünya yok anam. Gitmediğin, görmediğin, ne olduğunu sadece okul kitaplarından, anahaber bültenlerinden, wikipedia sayfalarından bildiğin yerler bizim falan değil. Sahiplenemezsin oraları görmeden. Vatan sevgisi uncool malum bizim ülkemizde. Faşizan duygularla da yazmıyorum bunu bu arada saçma saçma yerlere çekme kafanda. Ama görmek lazım oraları. Bir çaylarını içmen lazım. Çünkü sen oraya gideceksin ki, onlar da seni bilecekler. Sen de onları bileceksin. Koca bir ülkede aynı gemide olduğumuzu bileceğiz hepimiz.
Ani Harabeleri’nin atıl vaziyette bırakılması, Kars Kalesi’nin içinde bir şey olmayışı ne demektir? Bize emanet onlar başka kültürlerden, buraların emanetleri bunlar. Sahip çıkmamak ne demek?
Oranın havasının yakıcılığını ve soğuğunu bilmeden orası ile ilgili nasıl proje üreteceksin? Kafan nasıl orası için çalışacak? Oradaki güzel insanları görmezsen, o güzel yerleri görmezsen yarın öbür gün Çıldır Gölü manzaralı inşaatlara karşı çıkamazsın ki. Ya da Ani Harabeleri’ne zarar verilirse umursamazsın.
Gittiğimiz bütün eski kalıntılarda insanlar taşların üstüne isimlerini kazımıştı. Umurunda değil orada olanlar. Bir grup vandal çocuk değil, gelen herkes bunu yapmıştı oralara. Gözünle görmeyip, elinle dokunmazsan senin olmaz, sahip çıkmazsın oralara, umursamazsın. Öyle ya umursamadığın bir yerin başına bir şey gelmesi senin için bir fark yaratmaz.
Vatan sevgisini öyle kitaplardan, sınıflardan öğretemezsin. Başka şehirleri görüp onları da sevmezsen gelişmez o duygu. Sınırlar olmalı mı? Olmamalı mı? Bunlar başka zamanlarda tartışılır. Ama sadece güney sahilleri hariç ülkesinde başka bir yere gitmeden gözünü Avrupa’ya, Amerika’ya açan canlar da ayıp ediyorlar sanki biraz.
Cenk’le konuşuyoruz, tatilde Gürcistan’a gittiğini söylüyor. O adam kalkıp güney sahilinde tatil yapmaktansa ya da ülkenin Karadeniz sahiline çıkmaktansa Gürcistan’ı tercih ediyor. Bir sebebi olmalı bunun. O insanlarla konuşmazsan bilemezsin o sebebi. O sebebi bilemezsen de hiçbir şeye çözüm getiremezsin.
O bizden fazla para almak isteyen taksici bizi “İstanbul’dan gelen ‘romantik-zenginler'” diye görüyordu muhtemelen. Bilmiyordu biz bu yolu yapmak için ne kadar uzun zaman bekledik, ne kadar bütçemizi zorladık. Bizden o büyük paraları almak istiyordu, çünkü İstanbullu’yu sadece televizyondan biliyordu. Ya da oraya giden diğer küstah İstanbullulardan. Hangisi daha kötü bilemiyorum. Ama bizim de oralara akın akın gitmemiz gerekiyor bunu biliyorum.
Hiç görüşmediğin bir insan arkadaşın olabilir mi? Sen ölüyorum dediğinde sana su verir mi? Aynısı yurttaşın için geçerli değil mi? Sen onun derdine çare olmazsan, ondan ne bekliyorsun?
Bu gezi sadece bize değil, örgün öğretimdeki öğrencilere zorunlu yaptırılmalı. Kusura bakmayın canlar, biz bu ülke için yeteri kadar göz yaşı dökmüyoruz. Sonra da şikayet ediyoruz. Elbette çabasını esirgemeyen insanlar var aramızda. Bir o kadar da umursamayan insan var.
Son kısım biraz duygunun akışına göre oldu. Dağınık biraz, farkındayım. İçimde kalsın istemedim. Sen de bil, sen de gör istiyorum. Ondan anlatıyorum bu kadar.
Buraya kadar okuduysan, helal olsun. Daha fazla soru sormak, merak ettiklerin varsa Facebook, Twitter ve Instagram doğru yerler.
[mailerlite_form form_id=8]